entry'ler (248)

bana her şey yakışır

"çirkinim ama yine de bana gene de her şey yakışır" gibi bir çağrışıma sebep oluyor sanki ismiyle. ki katılanlara yada başvuranlara bakarsak çok da yanılmış sayılmayız aslında. avrupalı bu paraları daha hayırlı işler için kullanırken biz ne zaman bu kadar hayırsız bir toplum olduk anlamıyorum. madem bir insanı giydirecek paranız var, bunu bir insana sağlık hizmeti vermek şeklinde yada bir insana eğitmek şeklinde harcayabilirsiniz. lale devri geçti diyorum. siz hala modadasınız, yemektesiniz. ne zevk düşkünü milletmişiz yahu. kral arthur bile bıraktı bu işleri.

neyse zaten gidiyorum, bu programlara daha fazla mazur kalmayacağım için de mutluyum. ana ocağında insan mecbur kalıyor elbet, anneyi kırmamak adına. daha önemli işlerimiz var bizim. uyanın artık. bizi çalışmak kurtarır.

bursa yı terk etmek

hala üzülüp üzülmediğimden emin değilim.

kabul mektubum geldiğinden beri sanki her şey daha da anlamsız oldu. sanki bir an ayaklarım geri geri gidiyor. bursa'yı bırakamayacak gibi. aslında şehri değil elbet. buradaki verimli toprağı değil. buradaki hayatımı, geride kalanları...

bir şeyler başarmış olmanın azmi yok içimde. olan oldu işte. sevinmeli miyim? emin değilim.

almancı olup yeşil bir mercedes'le dönecek de değilim. 2 sene çabuk geçecek biliyorum. yüksek lisans beni yükseltsin istiyorum.

insanlarımı yanıma alamasam da, insanlığımı alıp da gidiyorum...

hayatın işe girme sürecine benzemesi

hayatın, işe girme sürecine böylesine benzediğini hiç düşünmemiştim bu kadar. birebir aynısı gibi.

kriterler, kriterler...

iyi bir birey, iyi bir eleman olma çabaları. öz geçmiş, özüm geçmiş. kimse sormuyor gerçekten başından neler geçmiş. ama geçmiş işte. önemsiz değil miydi hani? bırakıp gidemez miydik ardımızda?

cv min de benimle beraber dolaşması hakkında ne gibi bir yorum yapabilirsiniz ki? yaşanmış kötü anılarımı anlatamam özgeçmişimde, ya da başarısızlıklarımı, hayatta da iş görüşmesinde de aynıyız işte. tıpkı böyleyiz. kendimize karşı bile iki yüzlü olmayı nasıl becerebiliyoruz, hala anlamış değilim.

kızımız çok güzel temizlik yapar. oğlunuza çok iyi bakacağından eminiz. Peki ya oğlan? oğlan nasıl? siz hiç merak etmeyin oğlanın hayat tecrübesi ve mevkisi kızınızı mutlu etmeye yetecektir. öyleyse pek fazla söze gerek yok. oğlunuzu işe alıyoruz. çok memnun oldum. kız da kabul edilmiştir. bir sürü gülücük, el sıkışmalar, eller önde bağlanmış oturmalar, göz süzüşler, derin incelemeler, kahve fincanındaki leke, işten ayrılma sebebi, kızın burnu biraz büyük mü, tercih sebebi: presentable mı, sorunum ne benim, yoksa hayat bir işe alma mı?

elini sıkarken elin üstte ise liderlik, önderlik.

ne güzel, öyleyse bir kahve daha için. hayır teşekkürler 3 yıldır burada çalışıyorum. yeterli tecrübeniz var ancak eksiklikler de mevcut. ne gibi? hala yastığa kılıf geçiremiyorum.

her an işe alınıyor gibi değil miyiz sizce de? günlük konuşmalarınızı kaydedin. sürekli kendimizi kanıtlama çabası. karşımızdakine kendimizi kabul ettirme dürtüsü. sürekli kriterler, kriterler, kriterler, ve gerçekten kriterler...

online kişi sayısı

benim girmemle 666 olunca telaşlanmadım değil.

karmamdan da tavşan yapılıyormuş...

soda limon

ya ben niye bir türlü içemiyorum bu hedeyi diye üzüldüğüm hödödür.

en enteresan uyku sayıklamaları

bir zamanlar yurtta kalırken başıma gelmişti böyle bir şey.

arkadaşların odasındaki koltukta uyuyakalmıştım. pek sevgili arkadaşım da benim odama gidip yatağımı hazırlamıştı.

-salcali yatağını yaptım.
+ eee, sen git ben geliyorum!

bunu uyku sersemi söyledikten sonra insanın fikri neyse zikri de odur muamelesi gördüğümden dolayı, pek sık onların odasına girememiştim. yazık lan bana... hayır erkek olsam tamam da...

hoşgörülü olmaktan uzak toplum

evet tam olarak böyle bir yer olmaya başladı bizim toplumumuz. hayır eskiden böylesine keskin değildi sınırlar. güleryüz bu kadar eksik değildi.

öyle ki ramazanda etek giymeye korkar oldum. hele ki başka bir semte yolculuk yapacaksam. mesela yıldırım'da işim var. ki yıldırım bursa'nın hep 3. sayfa haberi olmaya aday tek semti. biz nilüferliler, ki bunu söylerken bile nasıl semt semt bile bölünüldüğümüzün altını çiziyorum, yıldırım'a yaptığımız bir yolculukta ecel terleri döküyor olabiliriz. ki bunu bir çok arkadaşım alenen yaşıyor. kızlarımız etek giyemiyor. amcalar kamyonet bozuntularıyla yanımızdan geçerken üzerlerimize kezzap atacak diye korkuyor. ha yok eteğin kısa olduğu falan da yok. hava sıcak ve üzerimizdeki sadece bir elbise. ama onların tek bir isteği var. görünen et parçasının olmaması. bakın, onların bu davranışa hoşgörülü olabilirim. ama olamıyorum. çünkü artık cidden korkuyorum.

pek namuslu beyefendiler, arabalarla üzerimize sürüyorlar. ve bunu kin ve nefret dolu gözlerle yapıyorlar. pek cici ablalar, bizi dövmekten beter edip, gözleriyle yiyorlar, yüzümüze laf söylüyorlar, kin ve nefretin dibine vurmuş durumdalar. tek suçumuz elbise giymek...

bakın bugün bankaya uğradım ve saygısızlık olmasın diye herkesin içinde su içmek istemedim. bunu düşündüm. ama o pek saygı gösterdiğim birtakım hoşgörü! budalası insanlar dışarıya çıkıp su içmeme de laf ettiler. kötü gözlerle baktılar, beni pek bir kınadılar. halbuki... ahh söylemeye bile gücüm kalmadı artık.

peki bu en ufak gözüme çarpan olaylarla beraber soruyorum size: ne oluyor bize? böyle miydi karşılıklı anlaşmalarımız, değerlerimiz? bu mu oldu sonunda? ben bu yetişkinlerle, nasıl geleceğe daha emin gözlerle bakabilirim ki? sadece tek bir nefret dolu bakıştan bile korkuyorken. ne zamandan beri ikiye, üçe, dörde hatta beşe bölündük? ne zaman ben başka bir insan oldum da, onlar başka bir toplum oldu?

sorular hala cevapsız...

yabancı dil bildiğini sanmak

sözlükte de bolca mevcut olan insan türleri.

iki kelime kullanarak hava atmaya çalışan, "bakın ben çok culture doluyum, very very muhteşemim" diyerek seken tiplemelerdir. ama gerçek hayatta oturup konuşsanız tek kelime edemeyen daha toefl'ı bile geçemeyen tiplerdir.

bazı türleri de tek bir kelimeye odaklı yazarlar. örnek verirken for example derler. söyleyelim de bu dallamalar için ingilizce sözlük açsınlar.
gözüme çarpan bir kaç örnek:

"falanca bugün dükkanı opened yapmış."
"filanca bugün beach de gözükmüş."
"ulanca bugün pek bir liked mış."

böyle saçma sapan cümlelerle ancak ergen seviyesine ulaştıklarını bilseler, ne kadar da süper olurlardı. super!

rte markasıyla üretilebilecek ürünler

bütün medyayı elde tuttuğu düşünülürse, radyo ve televizyon egemenliği adlı bir kurum oluşturulabilir. ürün değil ama olsun.

evli mutlu çocuklu

tayyip mantığıyla yazılmış da diyebiliriz.

evli mutlu çocuklu

tamamen piyasa çıkarları için hazırlanmış, saf genç kızlarımızı ve şaşkoloz genç erkeklerimizi baştan çıkaran iki yüzlü şarkı.

kılıçdaroğlu nun ikinci seks kasedine yorumu

+sayın kılıçdaroğlu ikinci sex kasedine ne diyorsunuz?
-ikinci sex kasedi.

+sayın kılıçdaroğlu ikinci sex kasedine ne diyorsunuz?
-yeni attırmıştım seyredemedim yeğenim.

lenfoma

boynun frankestein gibi şişmesi şeklinde vuku bulabilir. burkid olanı hızlı gelişir. erken teşhis hayat kurtarır. kendinizi yoklayın. kardeşimi böyle kurtardık.

kızların prenses takıntısı

barbie oynayarak başladı her şey. bar-bi dedik ona. bazen sindy dedik ama genelde barbie dedik. barbie bebek. senelerce hiç konuşmayan o salak yaratıkla vakit geçirdik. biz konuşturduk. ken ile seviştirdik. kendimizi onun yerine koyduk. barbie gibi giyinmeye, barbie gibi süslenmeye çalıştık. concon olduk. ben olmadım. aptalca çünkü. banane.

büyüdük sonra. zayıf olmaya çalıştık. saçlarımızı sarı boyatmaya çalıştık. ben çalışmadım zaten sarışındım. ben kırmızıya boyadım.

sonra birileri girdi hayatımıza. hayatım dedi, aşkım dedi. ama bunu belki hiç hissetmeden söyledi. doğadaki sesleri yansıttı belki de. bilmiyoruz. ama ben demedim hissetmeden.

ama işte bazıları kendisine prenses denmesini istedi. sanki öyle denilince prenses olabileceğini hissetti. halbuki bilseydi önemli olan söyletmek değildi. bunu söyleyenin hissetmesiydi. ama o da muhtemelen hissetmedi.

ken aradılar birer tane hayatlarına. ama dünyada üretimi durmuş. birini buldular onlarda ve şöyle dediler:

-bana prenses de.
-neden?
-çünkü annem hep öyle der.
-ama sen çirkinsin. prenses güzel olur.
-üüüüüü!!!
-tamam ağlama, prenses. pofff.
-zaten annemde beni beğenmiyor. ablan daha güzel diyor.
-??!!

bazen annelere kızmakta haklı olduğumu düşünsem de kızamıyorum. aslında kızıyorum. böyle saçma sapan insanlar yetiştirenlere. prenses denilince kendini bişe sanan bu insanlar şu an aramızda geziniyor öylece. hala kendilerini prenses sanmaya devam etmekte. bu takıntıları bu ricalarını gerçekleştiren erkeklere ve annelere de kızmaktayım.

hakkın yok de. ama bu aslında bir boka benzemeyen yapmacık hanımlar dış görünüşlerine takmaktan başka hiç bir şey yapmayan bu insanlarla aynı toplumda olmak benim zoruma gidiyor.

ve onlar için. kendini prenses sanan embesiller için, en yakın zamanda piyasada olmasını umut ettiğim şarkım geliyor. pek yakında...

makyaj yapmayı bilmeyen kız modeli

kendini boyayınca güzel olduğunu sanan kızlarda kanımca bu gruptatır.

kızların prenses takıntısı

sürekli kendisini prensesim diye çağırılmasını isteyen salak, embesil kızların takıntısıdır. muhtemelen kendilerine güvenleri yoktur. ve büyük ihtimalle ailesi tarafından şımartılıyordur. ya da tam tersi aileleri tarafından eziliyorlardır. kendilerini topluma kabul ettirmek için kendilerine prenses denmelerini istiyor olabilirler. genelde bu tiplerin burunları büyüktür. mecazi anlamda değil fiziki anlamda.

ama ne olursa olsun bu saçma sapan yaratıkları anlayamıyorum. prenses olsan ne fark eder ki, eşeğe altın küpe taksan ne değişir ki?

doktorların çirkin olması

doktora tedavi için gidip işini gören birey söylemi.

inception

rüya içinde rüya kavramını ekrana yansıtarak, sürekli gördüğüm rüyaları sorgulamama, bilinçaltımın bana oynadığı oyunları daha iyi anlamama ve neden leonarda bir türlü yaşlanmıyor diye sormama sebep olan film. eğer bu tarz konularla ilgileniyorsanız aslında hiç de karışık olmayan bir film. kendinizi oradan biri gibi bile hissedebilirsiniz benim gibi...

paketine aşık olan kız

(bkz: fedex)'ten sonrası:

olmadı işte. gitmedi. kaldı orada paketim. hafif esiyormuş bugün alamanya. üşüyor paketim. vallahi bugün yine bekledim. bir haber. bir ses. yok. paketim varamamış yuvasına. yeni yuvasına. yazık ona, ama elbette bana da.

yokmuş kimsecikler. kapıları çalmışlar. kimsecikler yokmuş. herkes gitmiş. belki tatildeler. ya da kapatmışlar gitmişler işte. öylece. bekliyor paketim şimdi, eminim ki sıkış tepiş. yanında başka iri paketlerle. bekliyorum bir haber. belki ulaştırırlar yarın diye.

gitmiyor paketim. öylece duruyor. belki biri elinde zıplatıyordur. kıskanıyorum elbet. yarın gitsin, gitsin paketim...

fedex

nedense bir duygusal bağ oluştu aramızda.

ona karşı hislerimi açıklayamadan gitti. öylece arkasından baktım arabanın. tıpkı filmlerdeki gibi. hani bolca gösterilen fedex arabaları, işte onlar. imzalamaz olaydım dedim. benden uzaklaşmasını istedim hep. ama şimdi... öylesine merak içerisindeyim ki.

az önce takip ettim. kendisi, şu an paris'te imiş. ahh nasıl da duruyordur şimdi eifel'e karşı. gün batımıdır orada şimdi. ahh nasıl özledim bir bilseniz paketimi.

fedex sayfasını aşındırdım refresh tuşuna basmaktan. nasıl aşındı bilemezsiniz. eminim onlar da benim izimi sürüyordur şu an, dakikada 47 kere sayfalarını refreshleyen kim diye. ahh benim, benim işte bir bilseler. bunu nasıl bir zevkle yaptığımı. paketimin nerede olduğunu bilmeyi pek çok istediğimi. paketim, paketim diye evde dönüp dolandığımı. vallahi abartmıyorum. her şey aynen böyle gelişiyor işte.

hala taşınma durumunda yazıyor. kim bilir nasıl taşınıyor evraklarım, dosyalarım. canını acıtan var mı? ahh nasıl da üzülmüştüm kurye zarfın içine tepiştirince onları. "dur, yapma!" diyecek oldum, sustum.

şimdi o gurbet ellerde beni kimbilir nasıl özlüyordur paketciğim.

fedex ile çalışmak güzeldi. paketimi bir filme konu olacakmış gibi düşlüyorum...